Kılıçlar kınında kalkanlar yerde, Kılıç Kalkan oynayan ustalar nerde...

30 Haziran 2012 Cumartesi

DUYURU

Üyerimize duyurduğumuz yerde
1 Temmuz 2012 Pazar günü , saat 21.30 da, derneğimizin 1.GENEL KURUL toplantısı yapılacaktır.
Tüm üyelerimiz davetlidir.

21 Haziran 2012 Perşembe

NOUVELLES...


1326 Osmanlı Kılıç Kalkan Derneği

 Bursa Büyükşehir Belediyesi
. Karagöz Halk Dansları Topluluğu
Ulusal ve Ulusal arası etkinliklerde ,7 Temmuz 2012  saat:18:00 de HEYKEL Açılış Kortejinde yeni kostümleri ile gösteri ve danslarda yerini  alacaktır

L'Assosiation de Kiliç Kalkan d'Ottoman de 1326 ;
LA MUNICIPALİTE  DE METROPOL DE BURSA
L'ENSEMBLE DE DANSE FOLKLORIQUE  DE KARAGOZ
AURA PLACE LA ROLE POUR LES ACTİVİTEES NATİONA LE ET İNTERNATIONALLES A 7 JUİLLET 2012 SUR LE BOULVARE   HEYKEL,18..HEURES ,PENDANT LA CORTEGE D'OUVERTURE HABİLLES LES NOUVELLES COSTUMES.

1 Haziran 2012 Cuma


OSMANLI’YI KURAN ŞEHİR: BURSA


Prof.Dr. Mefail HIZLI

U.Ü.İlahiyat Fakültesi


Takvimler 6 Nisan 1326’yı gösterdiğinde Bursa, tarihte yepyeni bir sayfayı

açmanın ve dünyaya altı asır hükümran olacak asil bir devletin kuruluşunun

heyecanını yaşıyordu.

Eskişehir civarındaki Karacahisar’da kurulan Osmanlı Beyliği, yaklaşık

çeyrek asır sonra işte bu tarihte yeni bir hamle gerçekleştiriyordu.

Bu hamle, Anadolu’da can alıcı, belki daha uygun bir ifadeyle, cana can

katan, huzur ve adaleti hayata hâkim kılan bir rüzgârla geliyordu.

686 yıl önce fethedildi Bursa, ancak sanıldığı kadar kolay olmamıştı bu.

On yıla yaklaşan çok başarılı askerî bir faaliyetin sonucunda fethe ulaşılmıştı.

Öylesine muhkem bir yapısı vardı ki şehrin, hem askerin, hem komutanın çok

sabırlı ve müteyakkız olması gerekiyordu.

Bursa’nın nerdeyse bütün çevresi fethedilmiş, ancak hisardan oluşan kentin

ele geçirilmesi olabildiğince gecikmişti.

Bursa’nın Osmanlı eline geçmesi, başta İzmit olmak üzere bölgenin pek çok

merkezinin de fethini kolaylaştıracaktı.

Bu kent bir

“hareket üssü” olarak değerlendiriliyordu Osmanlı yönetimince.


Ve bu üssün kontrolü, adeta ölümüne direnen Bursa Tekfuru’nda idi.

Türklere karşı büyük bir düşmanlık besleyen bu tekfur, bir defasında Orhaneli

ve Kestel tekfurlarıyla birleşmiş, Osmanlı Türklerine hücum etmişti.

1317 yılında Koyunhisar savaşı, bu tekfurun Bursa hisarına kapanmasına yol

açmıştı.

Artık Osmanlılar Bursa’yı Türk şehri olarak görmek istiyorlardı.

Osman Bey de bu stratejik önemi yüksek şehrin her ne suretle olursa olsun

alınmasına karar verdi. Fakat bu tarihte askerin sayısı az, silahlar da yetersizdi.

Dolayısıyla Bursa’nın fethi pek de kolay değildi.

Gerçekten de kenti alabilmek için havale hisarları yapmaktan başka bir

yöntem kalmamıştı. Şehrin hâkim noktalarına yapılacak kulelerle hisardakiler

açlıktan bezdirilecek ve şehrin teslim alınması kolaylaşacaktı.

Bunun için bir yıl içinde (1317) Kaplıca tarafına yapılan hisara Osman Bey’in

kardeşinin oğlu Ak Timur, dağ tarafına (Mollaarap’ta) yapılan hisara da Balabancık

tayin edildi.

Artık tekfurun da, halkın da, Bursa’dan dışarı çıkmaları imkânsızdı. Yollar

tamamen kontrol altına alınmıştı. Şehre yiyecek gelmesi de, dışarıdan yardım

ulaşması da mümkün değildi. Bursa’ya gelmesi muhtemel bütün yardımcı

kuvvetlerin önleri Osman Gazi’nin komutanları tarafından kesilmişti.

Bu dönemde Osmanlı ordusuna, askerî gücün dışında moral takviye olarak


“Horasan erenleri”

denilen ve kırktan fazla “cezbe ve keramet sahibi” azizin


heyecanı ve gayreti de damgasını vurmuştu.

Abdal Murad, Geyikli Baba, Kumral Dede ve diğer azizler, etrafında sürekli

bulunan ve her şeylerini feda etmeye hazır olan “can”larıyla Osmanlı ordusunun

başarılarında önemli rol oynuyorlardı.

Artık orduda ortaya çıkan bu ruhla her asker, ebedi ve yenilmez bir kuvvetin

tükenmez kudretine iman ediyordu.

Kuşatmanın üzerinden sekiz yıl geçmişti (1325).

Ak Timur ile Balabancık, Bursa hisarına giden bütün yolları kesmeye devam

ediyorlardı. Bursa Tekfuru, adeta hapishaneye dönüşen hisarda bir mahkûm gibiydi.

Şehirde yiyecek tamamen tükenmişti. Birçok kişi Ak Timur ile

Balanbancık’ın ara sıra yaptıkları hücumdan değil, açlıktan telef oluyordu.

Kuşatmanın yoğunlaştırılmasının artık zamanı gelmişti. Bursa Kalesi

civarındaki bütün hisar ve yerler -İznik hariç- Türklerin eline geçmişti.

Hisardaki halk da açlıktan kırıldığı için Türklere teslim olmak için bir bahane

aranıyordu.

Bu sırada Osman Bey ayağından rahatsızlanmıştı. Bursa’nın kuşatmasında

beraber olduğu oğlu Orhan Bey’e şu vasiyette bulundu:


- Oğul! Ben öldüğüm vakit beni Bursa’da şol Gümüşlü Kubbe’nin altına

koyasın! Ve bir kimse kim sana Tanrı buyurmadığı sözü söyleye, sen anı kabul

etme! Ve eğer bilmezsen, Tanrı ilmini bilene sor ve bir dahi sana muti olanları

hoş tut!


Osman Bey’in

“Gümüşlü Kubbe” dediği, eski bir Bizans manastırıydı. O


tarihlerde yeni tamamlanan bu manastırın kubbesi uzaktan parlıyordu.

Üç ay önce kayınpederi Edebali ile hanımı Mal Hatun’u kaybeden ve kendi

eliyle Bilecik’e gömen Osman Bey, çok sıkıntılı günler geçiriyordu. Kuşatmanın

devam ettiği bir sırada şiddetlenen hastalığı sebebiyle Osman Bey, Söğüt’e döndü.

Orhan Bey bu arada, askerleriyle Orhaneli’ni (o zamanki adıyla Atranos)

fethetti; sonra, tepelerden inerek Bursa civarına geldi ve Pınarbaşı’nın yüksek

ağaçları altında çağlayan sular kenarında atlarını dinlendirdi.

Kaleye, kan dökülmeye meydan vermeden, yani sulhen girmek istiyorlardı.

Öyle de oldu; Bursa kalesi “baş yarılmadan ve kan dökülmeden” alındı.

Ahi Hasan, hisarın burçları üzerine çıkarak fetih sancağını dikti.

Nihayet tekfur ve beraberindekilerin otuz bin flori karşılığında Bursa’dan

güvenli bir şekilde ayrılmaları sağlandı. Gemi, Bizans sahillerine doğru açıldığı

sırada Bursa’da düşmandan eser kalmamış, artık hisar Türklerle dolmuştu.

Orhan Bey Bursa halkına son derece âdilâne davrandı. Ahaliden ne bir çöp

aldı, ne de kimseye aldırdı. Tekfurun servetini de gazilere bölüştürdü.

Oldukça hasta ve bitkin olan Osman Bey, Söğüt’te son nefesini vermek için

Bursa’dan gelecek zafer müjdesini bekliyordu. Ancak fethedildiğini göremeden bu

dünyadan ayrıldı.

Cenazesi geçici olarak Söğüt’te toprağa konuldu. Kuşatmayla meşgul olan

Orhan Bey Bursa’da idi; babasının ölüm haberini alır almaz koştu.

Fethi tamamlayan Orhan Bey, babasının vasiyeti gereği naşını Bursa’ya

getirdi ve bir zamanlar kendisine zafer hedefi olmak üzere gösterdiği Gümüşlü

Kümbet’in altına gömdü.

Sonuç olarak Bursa’nın fethi, Osmanlılar için olağanüstü bir kazanç olmuş,

Bizans ise Anadolu’daki en mühim bir beldeden mahrum edilmişti.

Orhan Bey Bursa’yı fethettikten sonra, burayı hemen beylik merkezi haline

getirdi. Sultanla birlikte askerî ve mülkî erkânın, bilim adamlarının ve ticaret

erbabının toplandığı yer haline geldi. Aynı zamanda Moğol istilâsından bunalan

Anadolu halkına bir sığınak oldu. Bu durum Bursa’yı kısa sürede bir kültür ve ticaret

merkezi haline getirdi.


Peki, Bursa’nın fethini nasıl okumak gerekiyor? Nasıl değerlendirmeli

bu ilk başkentin fethini?


Sanırım, Bursa’nın fethinin gerçekleştiği 6 Nisan 1326, elde edilen sonuçlar

bakımından gerçekten çok önemli tarih…

Sadece Bursa’nın Bizanslılardan fethini değil, aynı zamanda dünya üzerinde

kurulmuş uzun soluklu devletlerin en büyüklerinden biri olan Osmanlıların gerçek

anlamda ilk stratejik merkezinin ve başkentinin de adının konulduğu bir tarih bu.

Prusa’dan Bursa’ya dönüşün tarihi.

Hıristiyan Bizansın tahakkümünden Müslüman Türklerin kontrolüne geçişin

tarihi.

Bölgenin peyderpey Osmanlıların egemenliğine geçmesini sağlayan

girişimlerin başlangıcıdır bu tarih.

Genel amaç Rumeli ve Anadolu fetihleri olmakla birlikte asıl hedefin Hz.

Peygamber’in müjdelediği İstanbul’un fethi olarak belirlendiği stratejik planlamanın

en önemli adımının gerçekleştiği tarihtir bu.

En doğru tanımlama şu olsa gerek:

6 Nisan 1326, muhteşem bir devletin


kurucu unsurunun ve kurucu şehrin Bursa olduğunu tescilleyen tarihtir.


Osmanlıların, bize yurt ve vatan haline getirdiği bu toprakları elimizden alma

adına, dış güçlerin 20. yüzyıl başlarından itibaren giderek belirginleşen düşmanlıkları

en net biçimde kendisini Çanakkale savaşlarında göstermişti. Bilindiği gibi,

Çanakkale’de en çok şehit veren kentin Bursa oluşunun temelinde “kadim

başkent”liliğinin de rolü olduğu düşünülebilir.

Bursa’nın fethi, üç kıtaya yayılan bir coğrafyada yaşama geçirilen adalet ve

hoşgörü anlayışının mimarı olan Osmanlı Devleti’ni müjdelemiştir.

Velhasıl, imrenilecek güzellikte bir coğrafya, her millete nasip olmayacak

müthiş bir tarih, adalet ve hoşgörüyle kendisinden söz ettiren bir medeniyetin

hikâyesi işte bu kentte başladı.

Bursa’mız, tarih ve kültürüyle gurur duymayı gerçekten hak ediyor.