OSMANLI’YI KURAN ŞEHİR: BURSA
Prof.Dr. Mefail HIZLI
U.Ü.İlahiyat Fakültesi
Takvimler 6 Nisan 1326’yı gösterdiğinde Bursa, tarihte yepyeni bir sayfayı
açmanın ve dünyaya altı asır hükümran olacak asil bir devletin kuruluşunun
heyecanını yaşıyordu.
Eskişehir civarındaki Karacahisar’da kurulan Osmanlı Beyliği, yaklaşık
çeyrek asır sonra işte bu tarihte yeni bir hamle gerçekleştiriyordu.
Bu hamle, Anadolu’da can alıcı, belki daha uygun bir ifadeyle, cana can
katan, huzur ve adaleti hayata hâkim kılan bir rüzgârla geliyordu.
686 yıl önce fethedildi Bursa, ancak sanıldığı kadar kolay olmamıştı bu.
On yıla yaklaşan çok başarılı askerî bir faaliyetin sonucunda fethe ulaşılmıştı.
Öylesine muhkem bir yapısı vardı ki şehrin, hem askerin, hem komutanın çok
sabırlı ve müteyakkız olması gerekiyordu.
Bursa’nın nerdeyse bütün çevresi fethedilmiş, ancak hisardan oluşan kentin
ele geçirilmesi olabildiğince gecikmişti.
Bursa’nın Osmanlı eline geçmesi, başta İzmit olmak üzere bölgenin pek çok
merkezinin de fethini kolaylaştıracaktı.
Bu kent bir
“hareket üssü” olarak değerlendiriliyordu Osmanlı yönetimince.
Ve bu üssün kontrolü, adeta ölümüne direnen Bursa Tekfuru’nda idi.
Türklere karşı büyük bir düşmanlık besleyen bu tekfur, bir defasında Orhaneli
ve Kestel tekfurlarıyla birleşmiş, Osmanlı Türklerine hücum etmişti.
1317 yılında Koyunhisar savaşı, bu tekfurun Bursa hisarına kapanmasına yol
açmıştı.
Artık Osmanlılar Bursa’yı Türk şehri olarak görmek istiyorlardı.
Osman Bey de bu stratejik önemi yüksek şehrin her ne suretle olursa olsun
alınmasına karar verdi. Fakat bu tarihte askerin sayısı az, silahlar da yetersizdi.
Dolayısıyla Bursa’nın fethi pek de kolay değildi.
Gerçekten de kenti alabilmek için havale hisarları yapmaktan başka bir
yöntem kalmamıştı. Şehrin hâkim noktalarına yapılacak kulelerle hisardakiler
açlıktan bezdirilecek ve şehrin teslim alınması kolaylaşacaktı.
Bunun için bir yıl içinde (1317) Kaplıca tarafına yapılan hisara Osman Bey’in
kardeşinin oğlu Ak Timur, dağ tarafına (Mollaarap’ta) yapılan hisara da Balabancık
tayin edildi.
Artık tekfurun da, halkın da, Bursa’dan dışarı çıkmaları imkânsızdı. Yollar
tamamen kontrol altına alınmıştı. Şehre yiyecek gelmesi de, dışarıdan yardım
ulaşması da mümkün değildi. Bursa’ya gelmesi muhtemel bütün yardımcı
kuvvetlerin önleri Osman Gazi’nin komutanları tarafından kesilmişti.
Bu dönemde Osmanlı ordusuna, askerî gücün dışında moral takviye olarak
“Horasan erenleri”
denilen ve kırktan fazla “cezbe ve keramet sahibi” azizin
heyecanı ve gayreti de damgasını vurmuştu.
Abdal Murad, Geyikli Baba, Kumral Dede ve diğer azizler, etrafında sürekli
bulunan ve her şeylerini feda etmeye hazır olan “can”larıyla Osmanlı ordusunun
başarılarında önemli rol oynuyorlardı.
Artık orduda ortaya çıkan bu ruhla her asker, ebedi ve yenilmez bir kuvvetin
tükenmez kudretine iman ediyordu.
Kuşatmanın üzerinden sekiz yıl geçmişti (1325).
Ak Timur ile Balabancık, Bursa hisarına giden bütün yolları kesmeye devam
ediyorlardı. Bursa Tekfuru, adeta hapishaneye dönüşen hisarda bir mahkûm gibiydi.
Şehirde yiyecek tamamen tükenmişti. Birçok kişi Ak Timur ile
Balanbancık’ın ara sıra yaptıkları hücumdan değil, açlıktan telef oluyordu.
Kuşatmanın yoğunlaştırılmasının artık zamanı gelmişti. Bursa Kalesi
civarındaki bütün hisar ve yerler -İznik hariç- Türklerin eline geçmişti.
Hisardaki halk da açlıktan kırıldığı için Türklere teslim olmak için bir bahane
aranıyordu.
Bu sırada Osman Bey ayağından rahatsızlanmıştı. Bursa’nın kuşatmasında
beraber olduğu oğlu Orhan Bey’e şu vasiyette bulundu:
- Oğul! Ben öldüğüm vakit beni Bursa’da şol Gümüşlü Kubbe’nin altına
koyasın! Ve bir kimse kim sana Tanrı buyurmadığı sözü söyleye, sen anı kabul
etme! Ve eğer bilmezsen, Tanrı ilmini bilene sor ve bir dahi sana muti olanları
hoş tut!
Osman Bey’in
“Gümüşlü Kubbe” dediği, eski bir Bizans manastırıydı. O
tarihlerde yeni tamamlanan bu manastırın kubbesi uzaktan parlıyordu.
Üç ay önce kayınpederi Edebali ile hanımı Mal Hatun’u kaybeden ve kendi
eliyle Bilecik’e gömen Osman Bey, çok sıkıntılı günler geçiriyordu. Kuşatmanın
devam ettiği bir sırada şiddetlenen hastalığı sebebiyle Osman Bey, Söğüt’e döndü.
Orhan Bey bu arada, askerleriyle Orhaneli’ni (o zamanki adıyla Atranos)
fethetti; sonra, tepelerden inerek Bursa civarına geldi ve Pınarbaşı’nın yüksek
ağaçları altında çağlayan sular kenarında atlarını dinlendirdi.
Kaleye, kan dökülmeye meydan vermeden, yani sulhen girmek istiyorlardı.
Öyle de oldu; Bursa kalesi “baş yarılmadan ve kan dökülmeden” alındı.
Ahi Hasan, hisarın burçları üzerine çıkarak fetih sancağını dikti.
Nihayet tekfur ve beraberindekilerin otuz bin flori karşılığında Bursa’dan
güvenli bir şekilde ayrılmaları sağlandı. Gemi, Bizans sahillerine doğru açıldığı
sırada Bursa’da düşmandan eser kalmamış, artık hisar Türklerle dolmuştu.
Orhan Bey Bursa halkına son derece âdilâne davrandı. Ahaliden ne bir çöp
aldı, ne de kimseye aldırdı. Tekfurun servetini de gazilere bölüştürdü.
Oldukça hasta ve bitkin olan Osman Bey, Söğüt’te son nefesini vermek için
Bursa’dan gelecek zafer müjdesini bekliyordu. Ancak fethedildiğini göremeden bu
dünyadan ayrıldı.
Cenazesi geçici olarak Söğüt’te toprağa konuldu. Kuşatmayla meşgul olan
Orhan Bey Bursa’da idi; babasının ölüm haberini alır almaz koştu.
Fethi tamamlayan Orhan Bey, babasının vasiyeti gereği naşını Bursa’ya
getirdi ve bir zamanlar kendisine zafer hedefi olmak üzere gösterdiği Gümüşlü
Kümbet’in altına gömdü.
Sonuç olarak Bursa’nın fethi, Osmanlılar için olağanüstü bir kazanç olmuş,
Bizans ise Anadolu’daki en mühim bir beldeden mahrum edilmişti.
Orhan Bey Bursa’yı fethettikten sonra, burayı hemen beylik merkezi haline
getirdi. Sultanla birlikte askerî ve mülkî erkânın, bilim adamlarının ve ticaret
erbabının toplandığı yer haline geldi. Aynı zamanda Moğol istilâsından bunalan
Anadolu halkına bir sığınak oldu. Bu durum Bursa’yı kısa sürede bir kültür ve ticaret
merkezi haline getirdi.
Peki, Bursa’nın fethini nasıl okumak gerekiyor? Nasıl değerlendirmeli
bu ilk başkentin fethini?
Sanırım, Bursa’nın fethinin gerçekleştiği 6 Nisan 1326, elde edilen sonuçlar
bakımından gerçekten çok önemli tarih…
Sadece Bursa’nın Bizanslılardan fethini değil, aynı zamanda dünya üzerinde
kurulmuş uzun soluklu devletlerin en büyüklerinden biri olan Osmanlıların gerçek
anlamda ilk stratejik merkezinin ve başkentinin de adının konulduğu bir tarih bu.
Prusa’dan Bursa’ya dönüşün tarihi.
Hıristiyan Bizansın tahakkümünden Müslüman Türklerin kontrolüne geçişin
tarihi.
Bölgenin peyderpey Osmanlıların egemenliğine geçmesini sağlayan
girişimlerin başlangıcıdır bu tarih.
Genel amaç Rumeli ve Anadolu fetihleri olmakla birlikte asıl hedefin Hz.
Peygamber’in müjdelediği İstanbul’un fethi olarak belirlendiği stratejik planlamanın
en önemli adımının gerçekleştiği tarihtir bu.
En doğru tanımlama şu olsa gerek:
6 Nisan 1326, muhteşem bir devletin
kurucu unsurunun ve kurucu şehrin Bursa olduğunu tescilleyen tarihtir.
Osmanlıların, bize yurt ve vatan haline getirdiği bu toprakları elimizden alma
adına, dış güçlerin 20. yüzyıl başlarından itibaren giderek belirginleşen düşmanlıkları
en net biçimde kendisini Çanakkale savaşlarında göstermişti. Bilindiği gibi,
Çanakkale’de en çok şehit veren kentin Bursa oluşunun temelinde “kadim
başkent”liliğinin de rolü olduğu düşünülebilir.
Bursa’nın fethi, üç kıtaya yayılan bir coğrafyada yaşama geçirilen adalet ve
hoşgörü anlayışının mimarı olan Osmanlı Devleti’ni müjdelemiştir.
Velhasıl, imrenilecek güzellikte bir coğrafya, her millete nasip olmayacak
müthiş bir tarih, adalet ve hoşgörüyle kendisinden söz ettiren bir medeniyetin
hikâyesi işte bu kentte başladı.
Bursa’mız, tarih ve kültürüyle gurur duymayı gerçekten hak ediyor.